Dersimli Canların Buluşma Noktası...
  Aleviler Milliyetçiliğin Neresinde?
 
Insanlığın sınıfsal ayrım yaşamadığı dönemlerde insan toplulukları klanlar ve kabileler şeklinde biçimlenmişlerdi. Antropoloji, etnografya ve kazıbilimi alanlarında elde edilen bilgiler ışığında, klan yada gen örgütlenmesi, Makale yazari: kendal dogan Tarih, gün ve saat : 13. Haziran 2008 21:52: Aleviler miliyetçiliğin neresinde Kendal Doğan “O yücelikte “ben” , “biz” veya “sen” yoktur. “Ben” , “biz” “sen” ve “o” hep biriz. Hallac Ulus ve Ulusçuluk Insanlığın sınıfsal ayrım yaşamadığı dönemlerde insan toplulukları klanlar ve kabileler şeklinde biçimlenmişlerdi. Antropoloji, etnografya ve kazıbilimi alanlarında elde edilen bilgiler ışığında, klan yada gen örgütlenmesi, günümüz insan türünün ilk kez ortaya çıktığı paleolitik dönemlerden kurulup, insanların sürüler halinde yaşamına son vermiştir. Klan, sınıflı toplumdan önceki yaşam döneminde yaşayan, ortak kökene, dile geleneklere, inançlara ve gerek günlük yaşamaları gerekse kültürleri açısından ortak özelliklere sahip ilk üretken, toplumsal ve etnik bir grup, faaliyetlerinin tümünün yürütülmesinde üretim ilişkilerinin yanı sıra kan bağlarının da önde gelen bir rol oynadığı bir gurup olarak tanımlanabilir. Klan ortak yerleşim ve av alanlarına sahip olması ile de ayrı bir nitelik kazanmaktadır. Klanın ekonomik temeli ilkel ortak mülkiyetti. Klanı oluşturan insan grubu ekonomik faaliyetlerinin tümü ortak üretim ve eşit paylaşmaya dayandırmaktaydı. Ekonomik faaliyetlerin değişip gelişmesi gruplar üzerindeki farklılaşması da gen toplumunun örgütsel biçimlerinin değişimine yol açmıştır. Kabile ise birkaç yüz ya da birkaç bin insandan oluşan klandan büyük topluluklar olarak ifade edilebilir. Çok gelişmiş kabileler birden fazla klanı içerisinde barındırması nedeniyle de bir toplumsal mülkiyet biçimi olarak yeni bir üretim tarzı yaratır. Kabilelerin üretimdeki alanlarının çeşitli olması nedeniyle farklı yönetim ve organlara ihtiyaç duyulmuştur. (Kabile reisleri, komutanlar, kabile meclisi v.b) Bu dönem yani ilkel komünal toplum aşamasında toplulukların her biri karekteristik biçimlerde varlıklarını binlerce yıl sürdürmüşlerdir. Ortak ekonomik faaliyetler ve kültürün gelişmesinden elverişli süreç olan ilkel dönemde dilin gelişmesi ve yetkinleşmesi gerçekleşmiştir. Önemli toplumsal ilişkiler nedeniyle klan-kabile örgütlenmesi özünde taşıdığı çelişkilerin derileşmesi ile mevcut toplulukların yerini başka toplulukların almasına zemin hazırlamıştır. Bu değişim ve gelişim süreci aile denen yapı egemen olmaya başlamıştır. Bunun da anlamı akraba evliliklerinin sona erdiği kan bağı ilişkileri, ortak etnik ilişkilerden ayrılması demektir. Tarım alanındaki gelişme, hayvancılık ve bunlar ile el zanaatlar arasında işbölümünün doğması, değişim (trampa) birikim eşit olmayan yeni ilişkilerin ortaya çıkması, klan-kabile toplumunun da sonunu hazırlamıştır. Yeni toplumsal gelişmenin sonucunda artık kan bağını esas almayan fakat ekonomik faaliyet ilişkisinden doğan ticaret ilişkileriyle kaynaşan toprak bağları temelindeki yeni topluluğa ‘milliyet’ adı verilmiştir. Milliyet, “Sınıfsal karakterli üretim ilişkileri temelinde ahlaksal değerlerinde ve geleneklerinde yansıyan dil birliği, din ve manevi birlik, ortak kültürel özellikler ve ortak yaşam tarzıyla bağlanmış insanlardan oluşan bir topluluk biçimidir.” Feodalizmin dağılma süreci ile birlikte kapitalizmin egemenliğiyle birlikte milliyetler uluslaşma süreci yaşamış, bazı milliyetlerde birleriyle ilişkili diğer milliyetlerle birlikte bir ulus halinde kaynaşmalarışeklinde süreçlerini tamamlamışlardır. Sonuç olarak “Ulus ortak bir dille, ortak bir toprakla, ekonomik yaşam ortaklığıyla ve söz konusu halkın kültürünü diğer halkların kültüründen ayırt eden sosyal psikolojik bazı özellikleriyle birbirine bağlanmış istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulusçuluk ve milliyetçilik Anamalcı düzenlerde ulusal düzeydeki ilişkilerin tümü ulusların manevi yaşam alanlarında çok önemli rol oynamaktadır. Ulusal bazda geliştirilen ya da ele alınan her faaliyet ideolojik yaşamda toplumda çatışmaya neden olmaktadır. Bu çatışmada eğilimler “ulusal çıkar” temelinde ulusa bakış farklılaşması ile iki farklı politikaya işaret etmektedir. Birinci eğilim sınıf temelinde yaklaşım olup sınıf egemenliğini (işçi sınıfının) esas alan halklara eşit yaklaşımı sunan ezilen ve mazlum ulus yanında yer alan ve kısaca Enternasyonalizm olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ikinci eğilim ise; ulusal çıkarları esas alan ve abartan diğer tüm toplumsal çıkarları ulusal çıkarlara uydurmaya çalışan, tutucu toplumsal ilişkilerin devamından yana olan, birlikte yaşadığı uluslar dahil diğer ulusların ve milliyetlerin çıkarlarını özgün yapılarını küçümseyen onları aşağılık ve değersiz sayan karşılaştırma durumunda kendi halkını diğer halklarda yüce gören ve sonuçta şovenizme ulaşan bir burjuva ideolojisi olarak tanımlanabilir. (Bu tanımlamaya en uygun örnek Türkiye’de yaşanmaktadır. Halkları küçük görme, onların yaşam alanlarına saldırı, linç politikaları geçmiş tarihi süreçlerdeki katliamlar sıralanabilir. Ancak yakın süreçte Bilecik, Trabzon vb. illerdeki linç girişimi son derece tehlikeli ve halkları birbirine boğazlatma senaryolarının bir parçası olarak görülmelidir.) “Kürtler’in birleşememeleri hakkındaki sebep ve rivayet şöyledir. Hz. Muhammed (A.S) peygamberlik sedası dünyaya yayılınca yeryüzündeki padişahlar tarafından peygamberin yanına ve ona itaat kasdıyla elçiler gönderildiği sırada, Türkistan’ın büyük sultanı Oğuz Han tarafından dahi Kürt ayanından, şeytan suratlı, çirkin çehreli Büğduz Amen adında birisi elçi sıfatıyla Medine’ye gönderilmişti. Bu elçi Peygamber’in huzuruna gelince, Hazreti Peygamber, onun çirkinliği mahiyetinden nefret duyarak aşiret ve kabilesini sormuşlar o da Kürt taifesindenim demiştir. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur: Cenabı Allah bunları ittifak hususunda muvaffak etmemiş, aksi taktirde dünyadaki insanlar bunların elinde mahvolurlar.” şeklindeki uydurmalar halkların gelişmesi ve birbirleri ile olan ilişkilerini zora sokmuştur. Milliyetçilik halklar arasında geniş bağ kurulmasına karşı olan ancak etnik olarak birbirine yakın halklarla ilişki kurmaktan yana bir anlayışı benimsemektedir. (Yalnızca Türki uluslarla ilişkileri savunma, bir başka örnekte Türk-Islam sentezcilerinin konuyu biraz daha genişleterek” Müslüman devletlerle münasebetlerin geliştirilmesi” vb.) Milliyetçiliğin ulaştığı ve en istenmeyen düzeyinde yani şovenizm sürecinde; Halkların küçümsenmesi, “Kürtler …bir cin topluluğudur ” vb. bilim dışı söylevler, kör bir nefrete dönüşmesi sonucu diğer halkın tümden yok edilme sürecine kadar varabilir. Özelikle şovenizmin ırkçılığa dönüştüğü coğrafyalarda halkların nasıl boğazlandığına tarih çok kez şahit olmuştur. ”Türküm diyen her insanı Türk tanımaktan, yalnız Türklüğe ihaneti görülenler varsa, cezalandırılmaktan başka yol yoktur.” diyen bir anlayışın (Ermeni Katliamı ) yenidünya dengelerinde yeri yoktur. Esas olarak “ırksal farklılıklar insan organizmasında oluşan fizyolojik süreçlerde hiçbir asli rol oynamayan biyolojik farklılıklardır. Bunların, beyin yapısına ya da insanların düşünme ve hişetme yeteneklerine hiçbir etkileri yoktur.” Dünyadaki tüm dinler ulus üstünlüğünü ret etmişlerdir. Ülkemizde Ulusçuluk ve Milliyetçilik kavramları çoğu kez birbirlerinin yerine konmaya çalışılmaktadır. Esas olarak ulusal olan anamalcı sistemin tüm etnik toplulukları arasındaki ilişkileri tümüyle kapsar. Türkiye’de Türk milliyetçiliğinin felsefi temelini atan Kürt Ziya Gökalp bu teoriye “Osmanlılara göre, ulus, Osmanlı imparatorluğu’nda bulunan bütün uyrukları içine alır. Oysa bir imparatorluğun bütün uyruklarını bir tek ulus saymak, büyük bir yanılgıdır; çünkü, bu karışımın içinde bağımsız kültürleri olan türlü uluslar vardır” diyerek karşı çıkmıştır.( Kemalizm’in ulus kavramı bir ulusun egemenliğine dayalı olduğu kuşkusuz tartışmasız bir gerçekliktir.) Kemalizm ulusçuluğu neyi öngörüyor bu konuya kısaca bakmak gerekirse; “ Ulus-devlet denilen şey de sonuçta, özgürlükler, haklar ve yükümlülükler üzerinden bir toplumun devlete sadakatidir. Her ulus-devlet kendisine tabi yurttaşlar ister. Itaatkar, ulus-devletin ideolojisini onaylayarak mutedil yaşayan, farklı olmak istemeyen, ortalama, vasat, sadık yurttaşlardır bunlar. Bunun dışındaki her şey ulus-devletin tepkisini çeker.” “Bu memleket tarihte Türk’tü ,o halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.”diyen Mustafa Kemal’in Milliyetçiliği “ Türk milliyetçiliği belli bir etnisiteyi temel almaz.” Ancak yaşamın her alanında başta Türkçe’nin esas dil olmak üzere eğitim kültür ve bilim dili olarak seçilmesi, diğer halklar üzerindeki egemen ulus baskısı, bu projenin hiç de masum olmadığını ortaya çıkarmaktadır. Dünya da hiçbir ulus bu ideoloji kadar egemen ulus psikolojisine sahip olmamıştır. Ne mutlu Türküm diyene sözü Türk milliyetçiliğinin ulaştığı düzeydir. Türk milliyetçiliğinin, yani bir başka deyişle Kemalizm kapalı milliyetçilik modeli ile de ayrıca halkları bir dönemde olsa ulusal ve etnik taleplerini erteletmeyi başarmıştır. Bunu nedeni ise Kemalizm’in Türk ulusunu kutsasa da, Türk olabilmenin şartı olarak “Türk etnisitesinden gelmeyi aramayan” özelliğidir. Batı uygarlığını kendisine yön olarak tayin eden bu milliyetçiliğe göre, Türkiye resmi sınırları içinde hangi etnik kökenden olursa olsun, herkes Türk kabul edilir. Bu temel esasa göre oluşturulan hukuk ve anayasal bir ulus egemenliğine dayalı homojenliğe doğru halklar üzerindeki asimilasyon projelerini kurumları ile birlikte günümüze kadar sürdürmüştür. Kemalizm’e yada ırkçı Türk milliyetçiliğine göre; herkes “Türk” ya da “Türkçü” olmak zorundadır. Türkiye’deki Türk soyundan olmayanlar “Türkçü” değillerse, Türk milliyetçilerine göre; bölücü, hain, karşıt milliyetçilerdirler.” Onlara göre vatandaşlık, “Türklük” ya da “Türkçülük” ile kaimdir. Vatandaşlığın kriteri; “Türklük” ya da “Türkçülük” ile sınırlıdır. “Ulus-devlet denilen şey de sonuçta, özgürlükler, haklar ve yükümlülükler üzerinden bir toplumun devlete sadakatidir. Her ulus-devlet kendisine tabi yurttaşlar ister. Itaatkar, ulus-devletin ideolojisini onaylayarak mutedil yaşayan, farklı olmak istemeyen, ortalama, vasat, sadık yurttaşlardır bunlar. Bunun dışındaki her şey ulus-devletin tepkisini çeker.” yaklaşımı halkların istemlerinin ne kadar zor süreçlerden geçtiği ve geçeceğini en iyi anlatan resmi görüştür. Bu anlayışından dolayı da, “toplumdaki farklılıkların isteklerinin, egemen Türk milliyetçiliğini tahrik etmekte olduğunu” ileri sürülmekte, egemen olan, ezen, zulmeden, hak, hukuk tanımayan ırkçı şoven Türk milliyetçiliğinin karşısında, sus-pus olunmalı, ona herkes boyun eğmeli, kaderine razı olmalı!.. Böyle olmazsa, farklılıklar kendi kimlikleri ile ilgili talepler ileri sürerlerse, esas oğlan rahatsız olur, canı sıkılır, en sonunda da ayranı kabarır, sokaklara dökülür, ezer geçer!.. Bu saldırganlığın da sırtı sıvazlanır, “neden bu saldırganların canlarını sıktılar” diye, Kürt’den, Ermeni’den, Alevi’den, Yezidi’den hesap sorulur!... (Maraş ,Çorum,Sivas olayları Türk milliyetçisi olarak övünç duyanlar tarafından organize edilerek hayata geçirilmiş olaylardır.) Cumhuriyetin kuruluşundan beri süren ırkçı ve gerekli olmayan haşasiyetler Türkiye’ye çok acı örnekler yaşatmıştır. (Maraş katliamı Milliyetçiliğin pompalanması sonucu nasıl bir felakete ulaştığına ilişkin bulunmaz bir örnektir.Milliyetçiliğin devlet tarafından nasıl organize edildiği ve harekete geçtiğine ilişkin olarak başka bir örnek : “Dönemin bölge sıkıyönetim komutanı Tuğgenaral Tayyar Aygur Maraş katliamı bir nolu sanığı Ökkeş Kengerle görüşmesinde; Oğlum ,bu hadiseler sizin boyunuzu aşar ,bunu bizde biliyoruz .Soldan her şey elimizde. Silahlar mermiler ,dökümanlar…Hepsini yakaldık.Hatta Ermeni Garbis adında birinin olduğunu tespit ettik. Eğer bu şahı ölenler arasında değilse, yakında bir vilayetin daha başını yakabilir.Inşallah ölen yedi sünnetsizden birisi budur.) Ruhi şekillenmesi bölünme ve Komünizm karşıtı ideoloji ile şekillenen Türk milliyetçiliği her defasında bir bahane bularak, özgürlüklerin, hakların, demokratikleşmenin önünü kesmiştir. Kışkırtılan ırkçı şoven milliyetçilikle birlikte birçok acı olaylar ülkemizde yaşanmaktadır. Alevilik Ortaçağ içinde şekillenmiş, tarihsel süreçte Islam öncesi yapısı ile de önemli aydınlanma hareketlerinin Anadolu'daki öncüsü konumunda olan Aleviler, aynı zamanda, toplumsal, hukuksal düşünsel yapısı ile de çağdaş bir yaşamı esas alan aydınlanmacı bir başkaldırı öğretisi olarak Anadolu ve yakın coğrafyalarda, yaşayan farklı uluslardan ve milliyetlerden oluşan halkların süreç içerisinde yaşam felsefesi haline dönüşmüştür. Bir anlamda Anadolu halklarının gelenekselleştirdikleri yaşamlarının felsefesidir, Alevilik. Çok tanrılı dinlerin egemen olduğu çağlarda, tanrısal güç, bir felsefe, yaşam biçimi olarak algılanmaktaydı. Günümüze yansımış olan efsaneler, totemler, tabular bu sürece ilişkin örneklerle doludur. Alevilik bu anlamda ele alınırken çok tanrılı dinlerden etkilendiği gözlenmektedir. Alevilik, "Islam’dan çok öncelere dayanır. Yada Islamlık Alevilikten çok daha yakındır. Islamiyet ortaya çıktığında, Alevilik adı olmasa da bile başka başka adlarla hep vardı." denirken Aleviliğe esas olan yaşam tarzının çok eskiye dayandığını ilkel toplumun eşitlikçi yaşamı ve yönetiminin çeşitli süreçlere taşınması olarak düşünmek gerekir. "Alevilik, var olmak için Islam’a hiç gerek duymadı. Onun Islam dairesinde görünmek istemesi üzülerek söylemeliyiz ki korkudan ileri geliyordu." Alevilik Islam dini ile olan ilişkisi ve hukuki korunma amacı gütmektedir. Aslında Islam’a tepki olarak süreçteki yerini alırken bunu açıkça ifade edememiştir. Geçmişteki isimlendirmesi ne olursa olsun Alevilik eşitlikçi özgür ve birleşik toplumun yaratılma özlemlerini sürekli olarak oluşum çekirdeğinde barındırmıştır. Farklı uluslardan ve halklardan insanların tercihinin nedeni özündeki özlemdir. Islam, Hıristiyan veya Şamanist görüntülü olması farklı inanç guruplarını içinde barındırmasından kaynaklıdır. Bu nedenledir ki toplumsal yapıdaki farklılıklar, farklı tanımlanacak kadar farklılaşmıştır. Günümüz Alevilerine en yakın olarak; Islam'ı kendi yaşam biçimlerinden çok uzakta bulan topluluklar "Ehl-i Ridde"ve "Rafiziler" olarak isimlendirilen, Islam karşıtı olarak o dönemin Alevileri olarak kabul edilmektedir. Islam bilginlerinden Prof Bekir Topaloğlu, "çünkü Alevilik ne bir din, ne bir mezhep, ne de tarikattır. Çeşitli milletlere ait bazı inanç, telakki ve geleneklerin toplamından oluşmuş bir karışımdır.” Aleviliğin Islam’ın egemen olduğu dönemde Rafiziler olarak anılması konusunda kimsenin kuşkusu kalmamıştır. Rafizi sözcüğü,”reddetmek, itiraz etmek” anlamında olup, Islam’ın devlet olma anlayışının dayattığı, Müslümanlaştırma politikalarına karşı itiraz, deyim yerinde ise karşı duruştur. Genel olarak Islam dinin toplumsal dokuya karşı yönelimleri reddetmek olan Rafizilik; Muhamed’in zamanında da seslerini yükseltmişler ancak “yükselen değer” olarak Islam karşısında o dönemde aktif bir politika ortaya koyamamışlardır. Islam’ın ilk devlet başkanı olan Muhammed’den sonra kazanımların paylaşılması, iktidar savaşını da hızlandırmıştır. Bu durumdan yararlanan Islam karşıtı (Rafiziler ve diğer topluluklar) güçlerini taraf olarak ortaya koyabilmişlerdir. Ali yandaşlığı da Islam dini ile ilk ilişkilerin anlam kazanmasına neden olmuştur. Rafiziler hakkında farklı düşünceler ortaya konmaktadır. Ancak ortak kabul gören düşünce ise "Islam’ı kökten veya kısmen reddenler"dir Alevilik geçmiş süreçte Rafizilik’le örtüşmektedir. Başka bir deyişle Aleviliğin ta kendisidir demek daha doğru olacaktır. Alevi -Bektaşilerin Türk Milliyetçiliği Türkçülüğün esasları projesi ile “Osmanlının zengin dil ve kültür yapısına karşı” bir hücum başlatılmıştır. Bu durum egemen olmayan ulus ve milliyetler üzerinde korkunç tahribatların başlangıcı olmuştur. Ittihat ve Terakki Cemiyeti içinde yer alan ve Osmanlı’ya karşı duyulan tepkinin nedeni olarak kent Alevileri yani Bektaşileri istemeyerekte olsa Türkçülüğün savunucusu haline getirmiştir. Burada Osmanlı’ya karşı geliştirilen en büyük muhalefet gurubunun, projeleri ile Bektaşileri etkilediğini ve umut kapısı olarak algılandıklarını anlıyoruz. Bektaşilerin kentte Sünni devlet aygıtları ile olan ticari, eğitim, askeri vb. ilişkileri Türkçülüğe daha hoşgörü ile yaklaşmalarına neden olmuştur.(“Genç Türkler ile Ittihat Terakki ileri gelenleri arasında devrim eylemi içerisinde yer alan hayli Bektaşi vardır…Istanbul’da ve öteki kültürmerkezlerinde yüksek makamlarda görevli kültürlü Bektaşi’ler vardır.Ben şahsen birkaç vezir ,bir elçi ve bir çok hakim, şair v.b tanıyorum. En az iki Bektaşi şeyhülislam vardır…”) Ancak bu durum kırda yaşan topoğrafik olarak bozuk coğrafyalarda yaşayan Aleviler için söz konusu olmamıştır. Bektaşilerin Osmanlı ile her zaman iyi ilişkiler olmuştur. “Milli ve tarihi bir Türk müeşesi olan Bektaşi tekkesi’nin ,Türk medeniyeti tarihine yedi asır süresince yaptığı büyük hizmetleri…” neticesinde kentlerde tekkelerini kurmuş ticari ilişkilerde önemli yollar kadetmişlerdir. Devletlerle hiçbir hukuki bağı olmayan, geliştirdikleri iç hukuk ile sorunlarını çözen kendi dar pazarını oluşturan ve özgün yapısını koruyan Aleviler için milliyetçilik yabancı bir kavramdır. Özgün Alevi öğretisi “Gök kubbe altında yaşayan tüm insanlar kardeştir” temel kuralı bir felsefe şeklinde belleklerde çok sağlam bir şekilde yer almıştır. Kent Alevileri olan Bektaşilerin (Ittihatçılarla birlikte Osmanlı’ya karşı mücadelelerinde kırsal kesimde yaşayan Aleviler arasında önemli görüş ayrılıkları hasıl olmuştur. Osmanlı’nın dağılma süreci ile birlikte Kürtler yaşam coğrafyalarında hareket halinde iken Dersimdeki hareketlenme Ittihatçılar’ın dikkatini çekmiştir. Dersim tarihini yazan Baytar Nuri bu konuya dikkat çekmiştir. Ruslara karşı birlik talebi aslında oradaki ulusal talepleri karartmaya yönelik olarak Hacı Bektaş Veli Türbesi’nden sorumlu Çelebi Efendi’nin girişimleri sonuç vermemiştir. Bu noktada Türk milliyetçiliğine karşı Bektaşilerle ayrışma söz konusudur. Ermeni Katliamı’ndan sonra Alevi Kürtler’in Ittihatçılara karşı haşasiyeti çok daha fazla artmıştır. Osmanlının tamamen yıkılacağından kimsenin kuşkusu kalmadığı süreçte Ittihatçılar’ın farklı bir versiyonu yada devamı şeklinde tarihte yerini alan Mustafa Kemal ve arkadaşları Kürt Alevileri etkisizleştirme konusunda Çelebiler’den yardım istediği, özellikle Koçgiri Bölgesine ilişkin olarak Sivas’ta görüşmeler yaptığı tarihçiler tarafından belirtilmektedir. (Dersim Tarihi-Baytar Nuri) Divriği-Kangal bölgesinde yaşayan Kürt Alevi aşiretlerini Koçgiri’deki harekete katılmamaları konusunda Osmanlı zabıtlarının baskı uyguladıkları, köyler arasında seyahatin engelledikleri tarihçiler tarafından yine kaydedilmiştir.(Koçgiri Halk hareketinin ilk süreçlerinde , Yellice-Tekke toplantısının ifşasından sonra Miralay rütbesinde bir subay askeri birliklerini Çetinkaya bölgesinde konuşlandırarak Yukarı Karakuzu (Avşarcık) köyüne gelir ,Köyün ileri gelenlerinden Hasan Efendinin evinde misafir olur. Haşasiyetlerini ortaya koyduktan sonra kendisinin de Bektaşi olduğunu ,Koçgiri hareketine diğer aşiretlerin katılmaması yönünde girişimde bulunulmasını istemiştir.Hasan Efendi Miralaya söz veremiyeceğini akraba aşiret olduklarını bildirmiş (Bu bölgede Gıni aşireti Sadiyen aşireti ve Cenbagan aşiretleriyle Kelhurların kanbağına varan ilişkileri mevcuttur.) ,özellikle Yüzbaşının Baytar Nuri hakkındaki sözlerini kabul etmediklerini belirtmiştir.). Kemalist Devrim’i önemseyen ve Osmanlı’nın zulmünden kurtulacaklarını uman Bektaşiler, kent ilişkileri içindeki ruhi şekillenmenin verdiği sonuç nedeniyle Alevilere de Bektaşi dedeleri vasıtasıyla mevcut devrimin propagandasını yapmış ve başarılı olmuşlardır. Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte Osmanlının Sünni devlet uygulamaları yeni adla anılsa da, yeni kurumlarıyla birlikte devam etmiştir. Yağmurdan kaçarken doluya tutulan Alevi-Bektaşiler geçmişte edindikleri korunma amaçlı takiyelere yenilerini de ekleyerek yakın sürece kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu takiyeler öyle bir hal almıştır ki inanmadıkları güvenmedikleri insanlara ve siyasetlere inanır hale gelmişlerdir. Bektaşi babalarından Bedri Noyan bu işi daha da ileri götürerek Hacı Bektaşı Veli’nin “Türk milleti cihana hakim olmak için yaratılmıştır”dediğini belirtir. Bu durum elbette Bektaşiler anlamında , olumsuz ruhi şekillenmenin sonucudur. “Aşk potasında kaynak dinimiz, Yetmiş iki millete yok kinimiz “ Diyen şair Alevilerin temel yaşam bakışlarını Bedri Noyan karşıtı olarak yeni söze hacet olmayacak şekilde ifade etmiştir. Türk Milliyetçiliğinin ulaştığı düzey olan şovenizm/faşizm boyutu , özellikle 1968 gençlik hareketinin işçi sınıfını iktidara taşıma mücadelesine karşı devletin karşı gücü harekete geçirmesine de neden olmuştur. Devletin , özellikle Kontrgerilla ve Özel Harp Dairesi vasıtası ile “faşist terör” estirmesi 23 ocak 1978 yılında parlementoda Erzincan Senatörü Niyazi Ünsal tarafından ifade edilmiştir. Kemalizm’in yarattığı milliyetçilik ,Halkları “devletin bekası”için sürekli olarak tedirgin etmiştir. “Devletin asli sahipleri”(Bunlar Milliyetçiler) ve devlete yönelen ve bir tehditmiş gibi görünen unsurları(Kürtler,azınlık gurupları,Aleviler, Keldaniler ,Yezidiler v.b)ya katletmişler, yada yaşamlarını hayatın her alanında zora sokmuşlardır. Yaşam felsefeleri ile; “Daha Allah ile cihan yok iken Biz onu var edip ilan eyledik Hakka hiçbir layık mekan yok iken Hanemize aldık mihman eyledik Yaradanında yaratanında kendisi olduğuna inanan bir yaşam felsefesi ... “Kim ne bilir bizi nice soydanız Ne zerrece oddan ne hod sudanız Diyerek farklılıkları önemsemeyen ,zenginlik kabul eden, bir yaşam felsefesine en çok saldırı ,tamda bu felsefenin karşıtı milliyetçilikten gelmiştir. Tarih bunun örnekleri ile doludur.Katliamlardan Alevileri Türklükleri de kurtaramamıştır.(Sivas ,Çorum ,Gazi,V.b) Bu nedenledir ki farklı Uluslardan ve Milliyetlerden Insanların yaşam tercihi olan Alevilik hiçbir milliyetçi ögeyi bünyesinde taşıyamaz.Başka bir deyişle geçmişini red edemez.Temel felsefesi özgür , birleşik , demokratik bir toplum yaratma projesi ile örtüşen Alevilik , dar bir bakış olan Halklar için kabul edilemez , burjuvazinin ve egemen Ulusların, ezilen uluslara karşı silahları olan milliyetçiliği kabul edemez. Aksi halde özgün konumunu kaybetmiş olur.

Yararlanılan Kaynaklar: Ocak, Ahmet Yaşar (2000), Alevi ve Bektaşi Inançlarının Islam Öncesi Temelleri, Istanbul. Ocak,Ahmet Yaşar (2002), Türk Sufiliğine Bakışlar, Istanbul. Ocak, Ahmet Yaşar (2001), Türkler, Türkiye ve Islam, Istanbul. Birdoğan, Nejat (1995), Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik, Istanbul. Bender, Cemşit (1993), Kürt Uygarlığında Alevilik,Istanbul. Datary, Farhad (2001), Muhalif Islam’ın 1400 Yılı: Ismaililer, Ankara. Belge Murat(G.Y.Y) ,(2002) Milliyetçilik ,Istanbul Gökalp, Ziya (2003), Türkçülüğün Esasları, Istanbul. Taneri, Aydın (1983), Türkistanlı Bir Türk Boyu Kürtler, Ankara

 
  Şu Ana Kadar 1 ziyaretçi (1 klik) Dersimli Can Buradaydı!.. Copyright 2008 By GÖKHAN YILDIZ  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol